Friday, May 17, 2013

Psikopati, Politika ve Yeni Dünya Düzeni

Bu makale 9 Mayıs 2013'te GlobalResearch sitesinde yayınlanmıştır. Colin Todhunter imzalı makalenin aslına buradan ulaşabilisiniz.


Dünyada neler olduğunu analiz ederken, bizi bugünkü duruma getiren geçmiş ekonomik, toplumsal ve siyasi süreçleri anlamak çok önemlidir. Örneğin, belirli ülkeleri faşizme, komünizme ya da kapitalist liberal demokrasiye taşıyan tarihin fay hatlarını anlamak işin temelidir (1)(2).
Ancak aynı zamanda, kapitalizmin ya da başka bir sistemin teorisinde ağırlık kazanan temel mantığa odaklanırken bireyi unutabiliriz. İnsan eyleminin, tarihin ağırlığıyla veya kontrolümüz dışındaki güçler tarafınca biçimlendiriliyor olmasından dolayı, bireysel amaç ve niyetler (vasıtalar) anlatımdan çıkarılabilir.
İnsan eylemleri üzerindeki böyle kısıtların rolünü azımsamak niyetinde olmamakla beraber, Stefan Verstapppen’in toplumu biçimlendiren ve biçimlendirmeye devam eden bireysel vasıtalar üzerine yaptığı araştırmaya dikkat çekmek istiyorum (3).
Makyavelizmin siyasi ve toplumsal olaylarla ilişkilendirilmesi çok eskiye dayansa da, Verstappen, psikopatik kişiliklerin gücü elinde tutma, kendi görüş ve davranışlarını bize empoze etme eğilimlerinin binlerce yıl geriye dayandığını söyleyerek odak noktasını kaydırıyor. İnsanların en tepeye çıkmak için güç elde ederken aldattığı, öldürdüğü ve yalan söylediği sonucuna varıyor. İster uygulanan şiddetten dolayı olsun, ister yalanlara gösterilen sadakatten, iyiler hep en sona kalır.
Bu sonuca nereden varıyor?
Psikopati, empati ve pişmanlık eksikliği, suça yatkınlık, anti-sosyal davranışlar, bencillik, yüzeysel çekicilik, hilecilik, sorumsuzluk, başkaları üzerinden geçinme gibi özelliklerle açıklanan bir davranış bozukluğudur.
Bu tanımı gözeterek etrafınıza bakın: başkaları üzerinden geçinen bankaların yasa dışı tutumları yüzünden milyonlarca insanın sefalete sürüklenmesi; şirketler başka ülkelerin kaynaklarını çalsın diye yapılan savaşlar ve bunun yol açtığı yıkım; 1945’te sivillerin üzerine atom bombası atılması, yine masum sivilleri etkileyen seyreltilmiş uranyum kullanılması; ölüm timlerinden karşı taraf yapmış gibi gösterilen terör saldırılarına kadar daha birçok eylem, sırf erk sahipleri gücü ellerinde tutmaya devam etmek ya da daha fazla güç kazanmak istediği için, ya da zenginler bu zenginliği ellerinde tutmaya devam etmek ya da daha fazla zengin olmak istediği için, emsali görülmedik bir sefalete yol açmıştır.
Yapılan bu korkunç işlere bakınca, bunlardan asıl olarak sorumlu olan kişilerin kendilerini sıradan insanlarla aynı değerlere bağlı görmediğini ileri sürmek mümkün oluyor. Hatta, çoğu kez üste çıkanın kaymak değil tortu olduğunu söylemek bile mümkün.
Böyle bir senaryo yeterince kötü değilmiş gibi, dünyayı ağırlıklı olarak kontrol edenler, bu kötü eylemleri gerçekleştirenler, kendi çarpık görüş ve değerlerini başkalarına da empoze etmeye çalışıyor. Hollywood filmleri, reklamlar ve siyasi ideolojiler bize bu dünyanın kurtlar sofrası olduğunu, başka ülkelere ihraç edilen savaş ve şiddetin gerekli olduğunu, önemli olanın iş bölümü değil rekabet olduğunu, başarının barışçıl yollarla değil saldırganlıkla elde edilebileceğini, ve başarının aşırı miktarda kişisel servet biriktirip israf edercesine harcamak anlamına geldiğini benimsetmeye çalışıyor.
“Psikopat”ın sözlük tanımı, “Ahlak dışı ve antisosyal tavırlar sergileyen, sevme veya insanlarla anlamlı bir ilişki kurabilme yeteneğinden yoksun, aşırı derecede bencil, tecrübelerden ders almayan vs. gibi psikopatik kişilik özellikler taşıyan kişi”dir.
Bu sefer de bu tanımı göz önünde bulunduracak olursak, yukarıda bahsedilenler davranışların normal sosyal varlıklara özgü olduğunu, birliktelik, fedakarlık, sevgi ve ahlak gibi kavramlara faydası dokunduğunu söylemek mümkün olmayacaktır. Hatta tam tersi bir durum söz konusudur.
Ancak bu tip şeyler bizlere, biz kendi günlük hayatımızı yaşamaya çalışırken, boğazımızdan aşağıya zorla akıtılmaktadır. Big Brother (Biri Bizi Gözetliyor) ve The Apprentice (Çırak) gibi programlar aracılığıyla bu değerler her gün empoze edilmektedir. Big Brother programında, ancak arkadaşını aldatan ve sırtından bıçaklayanlar rakiplerini alt edip başarıya erişebilmektedir. The Apprentice programını kazanacak kişinin daha hilekar, daha sinsi, daha kurnaz ve diğerlerini çiğnemeye daha istekli olması gerekmektedir. Kazanan kişiyi de zaten, aynı kurnaz ve acımasız yöntemleri kullanarak en tepeye kadar çıkmış ve kendi kişisel servetine milyonlar eklemiş biri seçmektedir. Hayranlık duyulan ve taklit edilen başarı timsalleri bunlardır işte.
Başarının, akıllılığın ve normalliğin tanımı bunlar olmuştur.
“İleri derecede hasta bir topluma uyum göstermek başarı ölçütü değildir.” – Jiddu Krishnamurti
Çırak programındaki yarışmacılar güçlü bir şekilde motive olmuştur; ama insanlığa yardım etme ihtiyacıyla değil, bencillik ve açgözlülükle dolu olarak. Ve en nihayetinde, toplumdaki pek çok kanaat önderi, önemli politikacı ve onların tüzel patronları bu değerleri benimsemektedir.
Bencillik, saldırganlık, rekabetçilik, hilekarlık ve açgözlülük gibi değerler sadece televizyon programlarıyla sınırlı değil. Bunların hepsi de çok daha meşum bir projenin parçası. Irak’ta jeo-politik kazanım uğruna 1,5 milyon çocuğun öldürülmesi (5) ve Hindistan ormanlarına asker göndererek daha fazla kâra engel oluyor diye bir ülkenin en yoksul halkını ezmek, tecavüz etmek ve ortadan kaldırmak (6) gibi eylemlerin temelini oluşturuyorlar. Kongo’dan Libya, Suriye ve daha da ötesine kadar her yerde, toplumun içinden beslenen ve cesaret bulan bu korkunç bakış açısının sonuçlarına tanık olmaktayız.
İster İngiltere ya da Amerika’nın göbeğinde otursun, ister Güney Delhi ve Mumbai’de özel sitelerde otursun, pek çok insan bu ileri derecede hasta toplumun değerlerine ayak uydurmaya başladı. İnsanlık, nörotik ve tehlikeli olacak şekilde parçalanırken, bu tip özellikler kabul edilebilir ve normal olarak görülmeye başlanıyor. Medya yüzünden, bu değerler insnamlara daha küçücük yaşlardan itibaren “sağduyu” olarak aşılanıyor; ve bu durumu sorgulamaya kalkan herkes de, kendi yalanlarına karşı bağışıklık kazanmış bir zihniyeti savunan bir sistem tarafından alaya alınıyor.
Bu durumun psikopatlıktan mı, narsistlikten mi, yoksa Makyavelist kişiliklerden mi kaynaklandığı tartışmalıdır. Dahası, yazının başında da belirtildiği üzere, tarihi ve sosyolojik etkenler sık sık, normalde dürüst olan insanları korkunç şeyler yapmaya zorlamıştır. Akademik çevrelerdeki toplumsal yapıyla insan vasıtası arasındaki tartışma çok eskiye dayanmaktadır (7). Ancak, altında yatan sebep her ne olursa olsun, “Bundan başka alternatif yok.” gibi tamamen yalandan bir temele oturtularak, sapkın değerler ve yıkıcı eylemlerle dolu bir diyete mecbur bırakılıyoruz.
Şirketler kapitalizmi, tüketimi teşvik, yeni dünya düzeni, terörle savaş (ya da uyuşturucuyla, ya da fakirlikle, hangisini isterseniz), neo-liberalizm, ne isim verirseniz verin, hepsi de, erk sahiplerinin insanlığın iyiliğini içtenlikle istediği yalanına dayalıdır. Ama istemezler. Savaş, cinayet, işkence, propaganda, kullanabildikleri her türlü yöntemle, insanları bunun tersine ikna etmeye çalışırlar. İnsan hayatının değeri nedir? Bu tip insanlar için hiçbir şey.
Notlar
1) Robert Brenner (1976), “Agrarian Class Structure and Economic Development in Pre-industrial Europe”.Past and Present 70
2) Barrington Moore (1993) [First published 1966]. Social origins of dictatorship and democracy: lord and peasant in the making of the modern world (with a new foreword by Edward Friedman and James C. Scott ed.). Boston: Beacon Press.
3) Defense Against the Psychopath (2013): http://www.youtube.com/watch?v=HQkDvO3hz1w
4) Polaschek, D. L. L., Patrick, C. J., Lilienfeld, S. O. (15 December 2011). “Psychopathic Personality: Bridging the Gap Between Scientific Evidence and Public Policy”Psychological Science in the Public Interest 12 (3): 95–162.
5) Reuters report (2000), UN Says Sanctions Have Killed Some 500,000 Iraqi Children:http://www.commondreams.org/headlines/072100-03.htm
6BBC Newsnight interview with Arundhati Roy (2011): http://www.youtube.com/watch?v=XrYQmRBdMPQ
7) Colin Hay (2001), What Place for Ideas in the Structure-Agency Debate? Globalisation as a ‘Process Without a Subject’: http://www.criticalrealism.com/archive/cshay_wpisad.html

Wednesday, June 6, 2012

İRAN'A SAVAŞ YOLUNDA DEVAM

Bu yazı, Global Researches sitesinde yer alan Finian Cunningham imzalı, THE IRAN WAR PATH HAS RESUMED: With Another ‘Colin Powell Moment’? adlı makalenin çevirisidir. 

İRAN'A SAVAŞ YOLUNDA DEVAM



Ana akım medya propaganda makinesi uçuk kaçık korku hikayeleri yaymaya başladığında, Batılı güçlerin saldırmaya heveslendiğini anlayabilirsiniz.

Son bayat şaka, İran'ın mini nükleer bombalarını test etmek için kullandığı iddia edilen nükleer patlama bölmelerini tasvir eden "bilgisayar çizimleri"ne dayanıyor. Çizimler Associated Press haber ajansınsa "özel" olarak, "İran'ın nükleer programını takip eden bir ülkede görev yapan ve bu çizimlerin böyle bir yapının varlığını ispat ettiğini söyleyen" isimsiz bir ajan tarafından verilmiş.

"İsimsiz kaynakların" kendi teyit edilemeyen iddialarını bu şekilde "ispat etmelerini" siz de takdir etmiyor musunuz?

Tahmin edeleceği üzere, AP'nin bu haberi o günden sonra bütün ve bir kısım Batı medyası tarafından işlendi.[1]

Patlama odası olduğu iddia edilen bölmenin sadece bilgisayar çizimleriyle kalınmıyor, bölmenin boyutları, tasarımı ve yapısıyla ilgili ayrıntılar da veriliyor.

Genel bir kural olarak, batı medyası ve isimsiz "diplomatlar" böyle tesislere dair "ayrıntılar" sunmak için gayrete geldiğinde, bu, halkı aslı şüpheli birtakım iddialara inandırmaya çalıştıklarının kesin işaretidir.

Bu tip bilgi-kirliliği gösterisinin ana şablonu, ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın Şubat 2003'te BM Güvenlik Konseyi karşısında yaptığı sunumdur. Tam bir tiyatro olan o zamanki başarılı performansında, Colin Powell, Saddam Hüseyin'in yönettiği Irak'ta kitle imha silahları olduğunu teyit eden ses kayıtları ve uydu görüntüleri göstermişti. Bu, o zamanki İngiliz Başbakanı Tony Blair'in heyecanlı bir şekilde Irak'ın bu silahları "45 saniyede" ateşleyebilecek kapasiteye sahip olduğunu iddia ettiği gösteriydi.

Powell, gür bir tonla bütün dünyaya "Çalışma arkadaşlarım, bugün söylediğim her şey, kesin kaynaklarla desteklenmektedir. Bunlar iddia değil. Size burada gerçekleri ve kesin istihbaratlardan çıkarılan sonuçları gösteriyoruz." diye ilan etti.

Colin Powell'ın (Blair ve George W. Bush'la birlikte) bahsettiği sözde "kesin kaynaklar"ın hepsinin uydurma ve sahte olduğu sonradan anlaşıldı. Powell göstere göstere yalan söylemişti. Ama onun performansına dayanarak, ABD ve İngiltere, Irak'a, bir milyon hayata mal olan, ülkeyi süregiden bir şiddet, sefalet ve yıkıma, ve kansere yol açan uranyum kirlenmesine sürükleyen dokuz yıllık bir  savaş açtı.

İnanılmaz bir şekilde, savaş suçları işlemekten ve savaş suçlarına ortak olmaktan hiç utanmayan Batı hükümetleri ve medyası, aynı sinsi kitle imha silahları palavrasını İran için de sıkmaya devam ediyor.

Colin Powell'ın dünyanın gözü önünde yalan söylediği yüz kızartıcı günün üzerinden üç yıl geçemeden, New York Times, İran'da nükleer savaş başlıkları olduğuna dair bir haber yayınladı. İddia, ismi açıklanmayan Amerikalı istihbarat çalışanlarının, çalınan bir İran dizüstü bilgisayarından elde ettikleri resimlere dayanıyordu. Araştırmacı gazeteci Gareth Porter sonradan bu iddiaların gülünç bir uydurma olduğunu ortaya çıkardı; zira resimler aslında kullanılmayan Kuzey Kore füzelerine aitti.

İran'ın gizli nükleer patlama bölmesine dair "özel" haberlerin böyle bir savaş suçu sabıkası göz önünde bulundurularak değerlendirilmesi gerekir: Yine, her yerde karşımıza çıkan isimsiz kaynakların sağladığı bilgisayar çizimlerine dayanan bir haber. Böyle bir bilginin yayınlanmasının doğurabileceği vahim sonuçları düşünecek olursak, İran'ın ya da uluslararası sivil bir kurumun Batı ana akım medyasına, yasadışı savaş kışkırtıcılığından dolayı dava açması gerekir. 

İran aleyhindeki nükleer silah iddialarının, 23 Mayıs'ta Bağdat'ta yapılacak P5 + 1 görüşmelerinden birkaç gün öncesine denk gelmesine dikkat etmek gerekir. Batı medyasında, İran'ın yasal hakkı olan sivil nükleer enerji programından ödün vermemesi durumunda (ki çok düşük olasılıklı bir ödün), Batı güçlerinin ya da onun İsrail terör taşeronunun askeri seçeneğe başvuracağının tartışmaları yapılıyor. Bu bağlamda, ABD'nin ve onun kukla dikta monarşilerinin İran Körfezi'nde oluşturduğu askeri kuvvetler endişe yaratıyor.

Bu hafta, Suudi Arabistan ve diğer körfez ülkelerinin, İran'ı bölgesel tehdit olarak görerek daha yakın askeri işbirliği oluşturma girişimi, Amerika'nın olası bir saldırı öncesi mevzilerini güçlendirmesi olarak görülebilir.

Batı medyasının, İran'ın nükleer silahlanmasına dair yaydığı "deliller", Colin Powell olayının gölgesinde, çok daha uğursuz bir niyete işaret ediyor. 

Sunday, November 13, 2011

LİBYA'NIN SERVETİ YENİDEN DAĞITIM PROJESİ

Bu makale GlobalResearch.ca sitesinde yer alan Who Was Muammar Qaddafi? Libya's Wealth Redistribution Project adlı makalenin çevirisidir. Makalenin orjinalindeki Cynthia McKinney'e ait önsöz çeviriye dahil edilmemiştir. Makale aslında üç bölümlük bir dizinin son yazısıdır. Çeviri için site yönetiminden izin alınmıştır.

 

 

MUAMMER KADDAFİ KİMDİ?

LİBYA'NIN SERVETİ YENİDEN DAĞITIM PROJESİ

yazan:  Mahdi Darius Nazemroaya

Albay Muammer Kaddafi, dünyanın dört bir yanındaki pek çok farklı kişi için pek çok şeyi sembolize eder. İster sevin ister nefret edin, bu liderin yönetimi altındayken Libya, dünya üzerindeki en fakir ülkelerden birinden, Afrika'daki en yüksek yaşam standartlarına sahip ülkeye dönüştü. Profesör Henri Habib'in sözleriyle:

"Birleşmiş Milletler 24 Aralık 1951'de Libya'nın bağımsızlığını tanıdığında, Libya dünyanın en fakir ve geri kalmış ülkelerinden biriydi. O sıradaki nüfusu 1,5 milyondan fazla değildi. Halkın %90'dan fazlası cahildi ve hiçbir siyasi tecrübesi veya bilgisi yoktu. Hiç üniversitesi yoktu; ve bağımsızlığından sadece yedi yıl önce az sayıda lise açılmıştı. [1]"

Kaddafi'in birçok büyük planı vardı. Afrika ve Latin Amerika'yı korumak için Güney Atlantik Antlaşması  Organizasyonu'nu kurmak istiyordu. İslam ülkeleri için altın dinar standardını savunuyordu. Planlarının çoğu Pan-Afrikanizm içerikliydi. Buna, Birleşik Afrika Devletleri'nin kurulması da dahildi.

 Kaddafi'nin Pan-Afrikanizm Projeleri


Albay Muammer Kaddafi, Sahra Çölü'nü dönüştürmek ve çölleşmeyi tersine çevirmek düşündüğü muazzam projenin dahilinde, "İnsan Yapımı En Büyük Nehir"in inşasını başlattı. İnsan Yapımı Büyük Nehir, özel sulama projesiyle Afrika'nın başka yerlerindeki tarımı da desteklemeyi amaçlıyordu. Bu proje, NATO'nun askeri hedefi oldu. Herhangi bir sebep olmaksızın, NATO bombardımanları "İnsan Yapımı Büyük Nehir"i yıkmaya çalıştı.

Kaddafi ayrıca bağımsız pan-Afrikalı finans kurumlarını öngörmüştü. Libya Yatırım Makamı ve Libya Dış Bankası, bu kurumların kuruluşunda önemli roller üstendi. Kaddafi, Afrika'nın dış güçlere bağımlılığını azaltmak için, Libya Yatırım Makamı ve Libya Dış Bankası aracılığıyla Afrika'nın ilk uydu ağı olan Afrika Bölgesel Uydu İletişim Kurumu'nu (RASCOM) kurmaya çalıştı.  [2]

En büyük başarısı, Afrika Birleşik Devletleri olacaktı. Bu milletler üstü kuruluş, Afrika Yatırım Bankası, Afrika Para Fonu, ve Afrika Merkez Bankası ile tesis edilecekti. Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası, bu kurumlara düşmanca bakıyordu.

Kaddafi'nin Serveti Yeniden Dağıtma Projesi

Kaddafi'nin, Libya içinde serveti yeniden dağıtma projesi vardı.  ABD, ABD Kongresi'ne sunulan bir rapor dolayısıyla Kongre de bunu biliyordu. 18 Şubat 2011 tarihli bir raporda şöyle denmektedir:

"Mart 2008'de Albay Kaddafi, çoğu hükümet dairesini feshederek, devletin petrol gelirlerini vatandaşlara aylık olarak, vatandaşların şahsen, kooperatif kurarak ve yerel komiteler üzerinden alabileceği şekilde dağıtacağı bir Servet Dağıtım Programı kuracağını açıkladı. Ordu, dış ilişkiler, güvenlik ve petrol üretimi devletin sorumluğunda kalacak, diğer organlar lağvedilecekti. 2009 başında Libya Halk Kongresi bu konudaki çeşitli teklifleri değerlendirerek, uygulamanın ertelenmesi için oy verdi." [3]

Kaddafi, bütün Libya halkının ülkenin servetine doğrudan erişebilmesini istiyordu. Ayrıca, Libya devleti içinde iyice kökleşmiş olan yozlaşmanın da farkındaydı. İlerici adımlar atarak Libya'da bir siyasal anarşi modeline geçmek istemesinin sebeplerinden biri de buydu.

Öte yandan, ABD, AB ve Libya içindeki yozlaşmış yetkililer, yeni bir anarşist siyasi sistem öneren Serveti Yeniden Dağıtım Projesi'ni büyük bir tehdit olarak görüyordu. Reformlar, başarılı oldukları takdirde dünyanın pek çok yerindeki halk arasında huzursuzluk yaratabilirdi. Ülke içinde pek çok Libyalı yetkili bu projenin ertelenmesine uğraşıyordu. Kaddafi'yi ve projelerini durdurmak için dış güçlerin müdahalesini isteyecek kadar ileri gittiler.

Mahmut Cibril Neden Ulusal Geçiş Konseyi'ne Katıldı

Bu projeye şiddetle karşı çıkan ve korkuyla seyredenler arasında Mahmut Cibril de vardı. Cibril'e bulunduğu makam Saif El-Islam Kaddafi tarafından verilmişti. ABD ve AB'den gelen yoğun müdahale ve tavsiyeler sonrasında, Seyfülislam, Cibril'i, Libya pazarını açacak neo-liberal ekonomik reform dalgasını uygulaması için seçmişti.

Cibril, Libya Arap Cemahiriyesi'nde iki kurumun başına getirildi: Libya Ulusal Planlama Konseyi ve Libya İktisadi Kalkınma Kurulu. Libya İktisadi Kalkınma Kurulu normal bir bakanlıkken, Cibril'in Libya Ulusal Planlama Konseyi'ndeki görevi ona Libya Halk Komitesi Genel Sekreteri'nden (başbakanın mevkisine denk) daha üst bir mevki veriyordu. Cibril, Libya'da özelleştirme ve fakirliğin kapılarını açan aktörlerden biri oldu.

Libya'daki çatışmalar patlak vermeden altı ay kadar önce, Mahmut Cibril Bernard-Henri Levy'le Avustralya'da buluşarak Ulusal Geçiş Konseyi'ni kurmayı ve Albay Kaddafi'yi devirmeyi konuştu [4].  Kaddafi'nin Serveti Yeniden Dağıtma Projesi'ni "delilik" olarak tanımladı [5]. Cibril, halkın kendi kendini yönetemeyeceğine, bir ülkenin kaderini ve servetini her zaman için seçkin bir grubun kontrol etmesi gerektiğine inanıyordu. Cibril, Libya devletini küçültmek, kamu sektörünün büyük bir kısmını işten çıkartmak, buna karşılık hükümet düzenlemelerini artırmak istiyordu. Ayrıca sürekli, Singapur'un neo-liberal devletlere mükemmel bir örnek olduğunu söylüyordu. Sık sık ziyaret ettiği Singapur'a gittiğinde büyük ihtimalle Bernard-Henri Levy'yle görüşüyordu.

Bingazi'de sorunlar çıktığında Mahmut Cibril derhal Mısır, Kahire'ye gitti.  Meslektaşlarına, kısa süre içinde Trablusgarp'a döneceğini söylüyordu; ama dönmeye hiç niyeti yoktu. Aslında, Kahire'ye, Suriye Ulusal Konseyi üyeleriyle ve Levy'yle buluşmaya gitmişti. Ulusal Geçiş Konseyi'nin, Suriye Ulusal Konseyi'ni Suriye'nin yasal hükümeti olarak kabul etmesinin sebeplerinden biri de budur.

Ölülere Acımayın, Yaşayanlara Acıyın

Muammer Kaddafi öldü.

Memleketi Sirte'de öldürüldü.

Son ana kadar, söylediği gibi savaşmaya devam etti.

Onu mahkemeye çıkaracağına yemin eden Ulusal Geçiş Konseyi, onu öldürttü.

Kendisini döven, arkadan tecavüz eden, alay eden ve en sonunda öldüren adamlara bile, İslam'ın tutsaklara nasıl davranılacağına ilişkin emirlerine uymadıklarını hatırlattı. NATO tüm bu olayda merkezi bir rol üstlendi ve her şeyi gözledi.

Cinayet sistematikti; çünkü Kaddafi'nin ardından oğlu ve çok sayıda diğer Libya liderleri de öldürüldü.

Albay Kadaafi'nin öldürülmesi Libta için tarihi bir dönüm noktasıdır. Libya'da bir çağ bitti, yeni bir çağ başlıyor.

Libya, Ulusal Geçiş Konseyi'nin söylediği gibi yeni bir cennet olmayacak. Pek çok açıdan, hayatta kalanlar, Mahmut Cibril, Ali Tarhuni ve Süleyman Boçügür gibi adamlar yüzünden ölenlere gıpta edecek.

Mahmut Cibril sadece bir fırsatçıdır. Merhum Kaddafi'nin hükümetinde görev almaktan gocunmamıştı. İnsan hakları ya da demokrasi eksikliği gibi sebeplerden dolayı hiç şikayet etmedi. Albay Kaddafi'nin vahşice öldürülmesinden birkaç gün öncesine kadar Ulusal Geçiş Konseyi'nin başbakanıydı. Cibril'in, Kaddafi'ye karşı komplo kurup Geçiş Konseyi'nin oluşturulmasına yardım etmesinin sebeplerinin başında, Kaddafi'nin Serveti Yeniden Dağıtım Projesine karşı muhalefeti ve seçkinci yaklaşımı geliyordu.

Bu eski rejim yetkilisi, İran Körfezi'ndeki Arap diktatörleri açıkça desteklediği halde, halkının gerçek bir temsilcisi olabilir mi? Peki ya, daha Geçiş Konseyi'nde henüz yönetimle ilgili bir göreve bile gelmeden önce NATO üyesi ülkelerle petrol anlaşmaları yapan meslektaşları?

---------------------------------------

Bu makalenin yazarı Mahdi Darius Nazemroaya, sosyolog ve Montreal'daki Küreselleşme Araştırmaları Merkezi'nde (CRG) araştırmacıdır. Uzmanlık alanı Orta Doğu ve Orta Asya'dır. ABD'de çeşitli kanallarda yayınlanan Flashpoints programının özel muhabiri olarak iki aydan uzun süre Libya'da bulunmuştur. Şu anda Berkeley, Kaliforniya'da bulunan Nazemroaya, bu makaleleri, Cumartesi günleri Los Angeles, Kaliforniya'dan yayın yapan KPFK istasyonunda yayınlanan, Cynthia McKinney'in hazırladığı tartışma programına paralel olarak yayınlamaktadır.

---------------------------------------
Notlar:

[1] Henri Pierre Habib, Politics and Government of Revolutionary Libya (Montmagny, Québec: Le Cercle de Livre de France Ltée, 1975), sf.1.

[2] Afrika Bölgesel Uydu İletişim Kurumu, "Pan Afrika Uydusu'nun Fırlatılması,"26 Temmuz 2010: <http://www.rascom.org/info_detail2.php?langue_id=2&info_id=120&id_sr=0&id_r=32&id_gr=3>

[3] Christopher M. Blanchard and James Zanotti, “Libya: Background and U.S. Relations,” Congressional Research Service, 18 Şubat, 2011, sf.22.

[4] Mahmut Cibril'in çalışma arkadaşlarıyla Libya'da ve Libya dışında yapılan özel görüşmeler.

[5] Libya Arap Cemahiriyesi İktisadi Kalkınma Kurulu'nun özel belgeleri.