Friday, May 17, 2013

Psikopati, Politika ve Yeni Dünya Düzeni

Bu makale 9 Mayıs 2013'te GlobalResearch sitesinde yayınlanmıştır. Colin Todhunter imzalı makalenin aslına buradan ulaşabilisiniz.


Dünyada neler olduğunu analiz ederken, bizi bugünkü duruma getiren geçmiş ekonomik, toplumsal ve siyasi süreçleri anlamak çok önemlidir. Örneğin, belirli ülkeleri faşizme, komünizme ya da kapitalist liberal demokrasiye taşıyan tarihin fay hatlarını anlamak işin temelidir (1)(2).
Ancak aynı zamanda, kapitalizmin ya da başka bir sistemin teorisinde ağırlık kazanan temel mantığa odaklanırken bireyi unutabiliriz. İnsan eyleminin, tarihin ağırlığıyla veya kontrolümüz dışındaki güçler tarafınca biçimlendiriliyor olmasından dolayı, bireysel amaç ve niyetler (vasıtalar) anlatımdan çıkarılabilir.
İnsan eylemleri üzerindeki böyle kısıtların rolünü azımsamak niyetinde olmamakla beraber, Stefan Verstapppen’in toplumu biçimlendiren ve biçimlendirmeye devam eden bireysel vasıtalar üzerine yaptığı araştırmaya dikkat çekmek istiyorum (3).
Makyavelizmin siyasi ve toplumsal olaylarla ilişkilendirilmesi çok eskiye dayansa da, Verstappen, psikopatik kişiliklerin gücü elinde tutma, kendi görüş ve davranışlarını bize empoze etme eğilimlerinin binlerce yıl geriye dayandığını söyleyerek odak noktasını kaydırıyor. İnsanların en tepeye çıkmak için güç elde ederken aldattığı, öldürdüğü ve yalan söylediği sonucuna varıyor. İster uygulanan şiddetten dolayı olsun, ister yalanlara gösterilen sadakatten, iyiler hep en sona kalır.
Bu sonuca nereden varıyor?
Psikopati, empati ve pişmanlık eksikliği, suça yatkınlık, anti-sosyal davranışlar, bencillik, yüzeysel çekicilik, hilecilik, sorumsuzluk, başkaları üzerinden geçinme gibi özelliklerle açıklanan bir davranış bozukluğudur.
Bu tanımı gözeterek etrafınıza bakın: başkaları üzerinden geçinen bankaların yasa dışı tutumları yüzünden milyonlarca insanın sefalete sürüklenmesi; şirketler başka ülkelerin kaynaklarını çalsın diye yapılan savaşlar ve bunun yol açtığı yıkım; 1945’te sivillerin üzerine atom bombası atılması, yine masum sivilleri etkileyen seyreltilmiş uranyum kullanılması; ölüm timlerinden karşı taraf yapmış gibi gösterilen terör saldırılarına kadar daha birçok eylem, sırf erk sahipleri gücü ellerinde tutmaya devam etmek ya da daha fazla güç kazanmak istediği için, ya da zenginler bu zenginliği ellerinde tutmaya devam etmek ya da daha fazla zengin olmak istediği için, emsali görülmedik bir sefalete yol açmıştır.
Yapılan bu korkunç işlere bakınca, bunlardan asıl olarak sorumlu olan kişilerin kendilerini sıradan insanlarla aynı değerlere bağlı görmediğini ileri sürmek mümkün oluyor. Hatta, çoğu kez üste çıkanın kaymak değil tortu olduğunu söylemek bile mümkün.
Böyle bir senaryo yeterince kötü değilmiş gibi, dünyayı ağırlıklı olarak kontrol edenler, bu kötü eylemleri gerçekleştirenler, kendi çarpık görüş ve değerlerini başkalarına da empoze etmeye çalışıyor. Hollywood filmleri, reklamlar ve siyasi ideolojiler bize bu dünyanın kurtlar sofrası olduğunu, başka ülkelere ihraç edilen savaş ve şiddetin gerekli olduğunu, önemli olanın iş bölümü değil rekabet olduğunu, başarının barışçıl yollarla değil saldırganlıkla elde edilebileceğini, ve başarının aşırı miktarda kişisel servet biriktirip israf edercesine harcamak anlamına geldiğini benimsetmeye çalışıyor.
“Psikopat”ın sözlük tanımı, “Ahlak dışı ve antisosyal tavırlar sergileyen, sevme veya insanlarla anlamlı bir ilişki kurabilme yeteneğinden yoksun, aşırı derecede bencil, tecrübelerden ders almayan vs. gibi psikopatik kişilik özellikler taşıyan kişi”dir.
Bu sefer de bu tanımı göz önünde bulunduracak olursak, yukarıda bahsedilenler davranışların normal sosyal varlıklara özgü olduğunu, birliktelik, fedakarlık, sevgi ve ahlak gibi kavramlara faydası dokunduğunu söylemek mümkün olmayacaktır. Hatta tam tersi bir durum söz konusudur.
Ancak bu tip şeyler bizlere, biz kendi günlük hayatımızı yaşamaya çalışırken, boğazımızdan aşağıya zorla akıtılmaktadır. Big Brother (Biri Bizi Gözetliyor) ve The Apprentice (Çırak) gibi programlar aracılığıyla bu değerler her gün empoze edilmektedir. Big Brother programında, ancak arkadaşını aldatan ve sırtından bıçaklayanlar rakiplerini alt edip başarıya erişebilmektedir. The Apprentice programını kazanacak kişinin daha hilekar, daha sinsi, daha kurnaz ve diğerlerini çiğnemeye daha istekli olması gerekmektedir. Kazanan kişiyi de zaten, aynı kurnaz ve acımasız yöntemleri kullanarak en tepeye kadar çıkmış ve kendi kişisel servetine milyonlar eklemiş biri seçmektedir. Hayranlık duyulan ve taklit edilen başarı timsalleri bunlardır işte.
Başarının, akıllılığın ve normalliğin tanımı bunlar olmuştur.
“İleri derecede hasta bir topluma uyum göstermek başarı ölçütü değildir.” – Jiddu Krishnamurti
Çırak programındaki yarışmacılar güçlü bir şekilde motive olmuştur; ama insanlığa yardım etme ihtiyacıyla değil, bencillik ve açgözlülükle dolu olarak. Ve en nihayetinde, toplumdaki pek çok kanaat önderi, önemli politikacı ve onların tüzel patronları bu değerleri benimsemektedir.
Bencillik, saldırganlık, rekabetçilik, hilekarlık ve açgözlülük gibi değerler sadece televizyon programlarıyla sınırlı değil. Bunların hepsi de çok daha meşum bir projenin parçası. Irak’ta jeo-politik kazanım uğruna 1,5 milyon çocuğun öldürülmesi (5) ve Hindistan ormanlarına asker göndererek daha fazla kâra engel oluyor diye bir ülkenin en yoksul halkını ezmek, tecavüz etmek ve ortadan kaldırmak (6) gibi eylemlerin temelini oluşturuyorlar. Kongo’dan Libya, Suriye ve daha da ötesine kadar her yerde, toplumun içinden beslenen ve cesaret bulan bu korkunç bakış açısının sonuçlarına tanık olmaktayız.
İster İngiltere ya da Amerika’nın göbeğinde otursun, ister Güney Delhi ve Mumbai’de özel sitelerde otursun, pek çok insan bu ileri derecede hasta toplumun değerlerine ayak uydurmaya başladı. İnsanlık, nörotik ve tehlikeli olacak şekilde parçalanırken, bu tip özellikler kabul edilebilir ve normal olarak görülmeye başlanıyor. Medya yüzünden, bu değerler insnamlara daha küçücük yaşlardan itibaren “sağduyu” olarak aşılanıyor; ve bu durumu sorgulamaya kalkan herkes de, kendi yalanlarına karşı bağışıklık kazanmış bir zihniyeti savunan bir sistem tarafından alaya alınıyor.
Bu durumun psikopatlıktan mı, narsistlikten mi, yoksa Makyavelist kişiliklerden mi kaynaklandığı tartışmalıdır. Dahası, yazının başında da belirtildiği üzere, tarihi ve sosyolojik etkenler sık sık, normalde dürüst olan insanları korkunç şeyler yapmaya zorlamıştır. Akademik çevrelerdeki toplumsal yapıyla insan vasıtası arasındaki tartışma çok eskiye dayanmaktadır (7). Ancak, altında yatan sebep her ne olursa olsun, “Bundan başka alternatif yok.” gibi tamamen yalandan bir temele oturtularak, sapkın değerler ve yıkıcı eylemlerle dolu bir diyete mecbur bırakılıyoruz.
Şirketler kapitalizmi, tüketimi teşvik, yeni dünya düzeni, terörle savaş (ya da uyuşturucuyla, ya da fakirlikle, hangisini isterseniz), neo-liberalizm, ne isim verirseniz verin, hepsi de, erk sahiplerinin insanlığın iyiliğini içtenlikle istediği yalanına dayalıdır. Ama istemezler. Savaş, cinayet, işkence, propaganda, kullanabildikleri her türlü yöntemle, insanları bunun tersine ikna etmeye çalışırlar. İnsan hayatının değeri nedir? Bu tip insanlar için hiçbir şey.
Notlar
1) Robert Brenner (1976), “Agrarian Class Structure and Economic Development in Pre-industrial Europe”.Past and Present 70
2) Barrington Moore (1993) [First published 1966]. Social origins of dictatorship and democracy: lord and peasant in the making of the modern world (with a new foreword by Edward Friedman and James C. Scott ed.). Boston: Beacon Press.
3) Defense Against the Psychopath (2013): http://www.youtube.com/watch?v=HQkDvO3hz1w
4) Polaschek, D. L. L., Patrick, C. J., Lilienfeld, S. O. (15 December 2011). “Psychopathic Personality: Bridging the Gap Between Scientific Evidence and Public Policy”Psychological Science in the Public Interest 12 (3): 95–162.
5) Reuters report (2000), UN Says Sanctions Have Killed Some 500,000 Iraqi Children:http://www.commondreams.org/headlines/072100-03.htm
6BBC Newsnight interview with Arundhati Roy (2011): http://www.youtube.com/watch?v=XrYQmRBdMPQ
7) Colin Hay (2001), What Place for Ideas in the Structure-Agency Debate? Globalisation as a ‘Process Without a Subject’: http://www.criticalrealism.com/archive/cshay_wpisad.html