Dünyada neler olduğunu analiz ederken, bizi bugünkü duruma
getiren geçmiş ekonomik, toplumsal ve siyasi süreçleri anlamak çok önemlidir.
Örneğin, belirli ülkeleri faşizme, komünizme ya da kapitalist liberal
demokrasiye taşıyan tarihin fay hatlarını anlamak işin temelidir (1)(2).
Ancak aynı zamanda, kapitalizmin
ya da başka bir sistemin teorisinde ağırlık kazanan temel mantığa odaklanırken
bireyi unutabiliriz. İnsan eyleminin, tarihin ağırlığıyla veya kontrolümüz
dışındaki güçler tarafınca biçimlendiriliyor olmasından dolayı, bireysel amaç
ve niyetler (vasıtalar) anlatımdan çıkarılabilir.
İnsan eylemleri üzerindeki böyle
kısıtların rolünü azımsamak niyetinde olmamakla beraber, Stefan Verstapppen’in
toplumu biçimlendiren ve biçimlendirmeye devam eden bireysel vasıtalar üzerine
yaptığı araştırmaya dikkat çekmek istiyorum (3).
Makyavelizmin siyasi ve toplumsal
olaylarla ilişkilendirilmesi çok eskiye dayansa da, Verstappen, psikopatik
kişiliklerin gücü elinde tutma, kendi görüş ve davranışlarını bize empoze etme
eğilimlerinin binlerce yıl geriye dayandığını söyleyerek odak noktasını
kaydırıyor. İnsanların en tepeye çıkmak için güç elde ederken aldattığı,
öldürdüğü ve yalan söylediği sonucuna varıyor. İster uygulanan şiddetten dolayı
olsun, ister yalanlara gösterilen sadakatten, iyiler hep en sona kalır.
Bu sonuca nereden varıyor?
Psikopati, empati ve pişmanlık
eksikliği, suça yatkınlık, anti-sosyal davranışlar, bencillik, yüzeysel çekicilik,
hilecilik, sorumsuzluk, başkaları üzerinden geçinme gibi özelliklerle açıklanan
bir davranış bozukluğudur.
Bu tanımı gözeterek etrafınıza
bakın: başkaları üzerinden geçinen bankaların yasa dışı tutumları yüzünden
milyonlarca insanın sefalete sürüklenmesi; şirketler başka ülkelerin
kaynaklarını çalsın diye yapılan savaşlar ve bunun yol açtığı yıkım; 1945’te
sivillerin üzerine atom bombası atılması, yine masum sivilleri etkileyen
seyreltilmiş uranyum kullanılması; ölüm timlerinden karşı taraf yapmış gibi
gösterilen terör saldırılarına kadar daha birçok eylem, sırf erk sahipleri gücü
ellerinde tutmaya devam etmek ya da daha fazla güç kazanmak istediği için, ya da
zenginler bu zenginliği ellerinde tutmaya devam etmek ya da daha fazla zengin
olmak istediği için, emsali görülmedik bir sefalete yol açmıştır.
Yapılan bu korkunç işlere bakınca,
bunlardan asıl olarak sorumlu olan kişilerin kendilerini sıradan insanlarla aynı
değerlere bağlı görmediğini ileri sürmek mümkün oluyor. Hatta, çoğu kez üste
çıkanın kaymak değil tortu olduğunu söylemek bile mümkün.
Böyle bir senaryo yeterince kötü
değilmiş gibi, dünyayı ağırlıklı olarak kontrol edenler, bu kötü eylemleri
gerçekleştirenler, kendi çarpık görüş ve değerlerini başkalarına da empoze
etmeye çalışıyor. Hollywood filmleri, reklamlar ve siyasi ideolojiler bize bu
dünyanın kurtlar sofrası olduğunu, başka ülkelere ihraç edilen savaş ve
şiddetin gerekli olduğunu, önemli olanın iş bölümü değil rekabet olduğunu,
başarının barışçıl yollarla değil saldırganlıkla elde edilebileceğini, ve
başarının aşırı miktarda kişisel servet biriktirip israf edercesine harcamak
anlamına geldiğini benimsetmeye çalışıyor.
“Psikopat”ın sözlük tanımı, “Ahlak
dışı ve antisosyal tavırlar sergileyen, sevme veya insanlarla anlamlı bir
ilişki kurabilme yeteneğinden yoksun, aşırı derecede bencil, tecrübelerden ders
almayan vs. gibi psikopatik kişilik özellikler taşıyan kişi”dir.
Bu sefer de bu tanımı göz önünde
bulunduracak olursak, yukarıda bahsedilenler davranışların normal sosyal
varlıklara özgü olduğunu, birliktelik, fedakarlık, sevgi ve ahlak gibi
kavramlara faydası dokunduğunu söylemek mümkün olmayacaktır. Hatta tam tersi
bir durum söz konusudur.
Ancak bu tip şeyler bizlere, biz
kendi günlük hayatımızı yaşamaya çalışırken, boğazımızdan aşağıya zorla
akıtılmaktadır. Big Brother (Biri Bizi
Gözetliyor) ve The Apprentice (Çırak)
gibi programlar aracılığıyla bu değerler her gün empoze edilmektedir. Big
Brother programında, ancak arkadaşını aldatan ve sırtından bıçaklayanlar
rakiplerini alt edip başarıya erişebilmektedir. The Apprentice programını
kazanacak kişinin daha hilekar, daha sinsi, daha kurnaz ve diğerlerini
çiğnemeye daha istekli olması gerekmektedir. Kazanan kişiyi de zaten, aynı
kurnaz ve acımasız yöntemleri kullanarak en tepeye kadar çıkmış ve kendi
kişisel servetine milyonlar eklemiş biri seçmektedir. Hayranlık duyulan ve
taklit edilen başarı timsalleri bunlardır işte.
Başarının, akıllılığın ve
normalliğin tanımı bunlar olmuştur.
“İleri derecede hasta bir topluma
uyum göstermek başarı ölçütü değildir.” – Jiddu Krishnamurti
Çırak programındaki yarışmacılar
güçlü bir şekilde motive olmuştur; ama insanlığa yardım etme ihtiyacıyla değil,
bencillik ve açgözlülükle dolu olarak. Ve en nihayetinde, toplumdaki pek çok
kanaat önderi, önemli politikacı ve onların tüzel patronları bu değerleri
benimsemektedir.
Bencillik, saldırganlık,
rekabetçilik, hilekarlık ve açgözlülük gibi değerler sadece televizyon
programlarıyla sınırlı değil. Bunların hepsi de çok daha meşum bir projenin
parçası. Irak’ta jeo-politik kazanım uğruna 1,5 milyon çocuğun öldürülmesi (5)
ve Hindistan ormanlarına asker göndererek daha fazla kâra engel oluyor diye bir
ülkenin en yoksul halkını ezmek, tecavüz etmek ve ortadan kaldırmak (6) gibi
eylemlerin temelini oluşturuyorlar. Kongo’dan Libya, Suriye ve daha da ötesine
kadar her yerde, toplumun içinden beslenen ve cesaret bulan bu korkunç bakış
açısının sonuçlarına tanık olmaktayız.
İster İngiltere ya da Amerika’nın
göbeğinde otursun, ister Güney Delhi ve Mumbai’de özel sitelerde otursun, pek
çok insan bu ileri derecede hasta toplumun değerlerine ayak uydurmaya başladı.
İnsanlık, nörotik ve tehlikeli olacak şekilde parçalanırken, bu tip özellikler
kabul edilebilir ve normal olarak görülmeye başlanıyor. Medya yüzünden, bu
değerler insnamlara daha küçücük yaşlardan itibaren “sağduyu” olarak
aşılanıyor; ve bu durumu sorgulamaya kalkan herkes de, kendi yalanlarına karşı
bağışıklık kazanmış bir zihniyeti savunan bir sistem tarafından alaya alınıyor.
Bu durumun psikopatlıktan mı,
narsistlikten mi, yoksa Makyavelist kişiliklerden mi kaynaklandığı
tartışmalıdır. Dahası, yazının başında da belirtildiği üzere, tarihi ve
sosyolojik etkenler sık sık, normalde dürüst olan insanları korkunç şeyler
yapmaya zorlamıştır. Akademik çevrelerdeki toplumsal yapıyla insan vasıtası
arasındaki tartışma çok eskiye dayanmaktadır (7). Ancak, altında yatan sebep
her ne olursa olsun, “Bundan başka alternatif yok.” gibi tamamen yalandan bir
temele oturtularak, sapkın değerler ve yıkıcı eylemlerle dolu bir diyete mecbur
bırakılıyoruz.
Şirketler kapitalizmi, tüketimi
teşvik, yeni dünya düzeni, terörle savaş (ya da uyuşturucuyla, ya da
fakirlikle, hangisini isterseniz), neo-liberalizm, ne isim verirseniz verin,
hepsi de, erk sahiplerinin insanlığın iyiliğini içtenlikle istediği yalanına dayalıdır.
Ama istemezler. Savaş, cinayet, işkence, propaganda, kullanabildikleri her
türlü yöntemle, insanları bunun tersine ikna etmeye çalışırlar. İnsan hayatının
değeri nedir? Bu tip insanlar için hiçbir şey.
Notlar
1) Robert Brenner (1976), “Agrarian Class Structure and
Economic Development in Pre-industrial Europe”.Past and Present 70
2) Barrington Moore (1993) [First published 1966]. Social origins of dictatorship and democracy: lord and peasant in the making of the modern world (with a new foreword by Edward Friedman and James C. Scott
ed.). Boston: Beacon Press.
4) Polaschek, D. L. L., Patrick, C. J.,
Lilienfeld, S. O. (15 December 2011). “Psychopathic Personality: Bridging the Gap
Between Scientific Evidence and Public Policy”. Psychological
Science in the Public Interest 12 (3):
95–162.
5) Reuters report (2000), UN Says Sanctions Have
Killed Some 500,000 Iraqi Children:http://www.commondreams.org/headlines/072100-03.htm
7) Colin Hay (2001), What Place for Ideas in the
Structure-Agency Debate? Globalisation as a ‘Process Without a Subject’: http://www.criticalrealism.com/archive/cshay_wpisad.html