Saturday, July 9, 2011

BATI MEDENİYETİ ÖLÜRKEN

Bu yazı, http://www.globalresearch.ca sitesinde yer alan As Western Civilization Lies Dying adlı makalenin çevirisidir. Çeviri için site yönetiminden izin alınmıştır.

Makalenin yazarı John Kozy, toplumsal, siyasi ve iktisadi konularda yazan emekli bir felsefe ve mantık profesörüdür. Kore Savaşı sırasında Amerikan ordusunda görev aldıktan sonra 20 yıl üniversitede profesörlük, bir 20 yıl da yazarlık yapmıştır. Toplu yazılarına ve kendisine sitesinden ulaşılabilir.

BATI MEDENİYETİ ÖLÜRKEN

Batı ticari sistemi, tüketicilere verdiği ürün ve hizmetlerden daha fazlasını almak için vardır. Kâr amaçlıdır. Amacı insanların hayatını geliştirmek değil, sömürmektir. Devletler bu sistemi kurumsallaştırdığında uluslarını intihara sürüklemiş olmaktadırlar; çünkü Jefferson'ın da söylediği gibi "Tüccarların memleketi yoktur". Batı dünyasının güvenliğini tehdit eden terörizm değil, batı dünyasının ticari sistemidir.

Göğüs ağrıları çeken bir adam bayılır. Eşi acil servisi arar. Bir ambülans gelir. Sağlık görevlileri ilk müdahaleyi yaptıktan sonra hastayı ambülansa yerleştirir ve hastaneye doğru yola çıkar. Yolda motor durur. Ambülanstaki görevliler motoru tekrar nasıl çalıştırabileceklerini tartışmaya başlar. Biri daha fazla benzin gerektiğini söyler, diğeri depoda su olduğunu, bir diğeri de benzin filtresinin tıkandığını. Onlar tartışırken hasta ölür.

Bu durum, şu anda Amerika'da ve Avrupa'nın çeşitli yerlerinde yaşananlara benzemektedir. İktisatçılar ve politikacılar tartışırken, ülkeleri ölüm sancıları çekmektedir. Bu insanlar şeytanı ayrıntılarda aramaktadır; ama kötü olan ayrıntılar değil sistemin ta kendisidir.

Batı ticari sistemi, tüketicilere verdiği ürün ve hizmetlerden daha fazlasını almak için vardır. Hedefi kâr etmektir. Kâr da, daha fazlasını elde etmek anlamına gelir. Amacı insan hayatını geliştirmek değil, sömürmektir. Şu şekilde işler:

Başlangıçta ikisi de yarı yarıya dolu olan üst üste iki su deposu düşünün. Aşağıdaki depodan yukarıdaki depoya aktarılan her iki litre suya karşılık, yukardaki depodan aşağıya bir litre su aktarılmaktadır. Zamanla aşağıdaki depo boşalırken yukarıdaki tamamen dolacaktır. Böylece, depolar arasındaki su dolaşımı da bitecektir.

Aslında, bu senaryo, kâra dayalı bütün ticari sistemleri tarif etmektedir. Amerikalıların %20'sinin milli servetin %93'üne, %80'ininse kalan %7'ye sahip olmasının sebebi budur. Ülkedeki fakirlik oranının %14.3'e, yani 43.6 milyon insana, yani yedide bire çıkmış olmasının sebebi budur. Wall Street Journal'ın, Kuzey Amerika'daki insanların %70'inin ay sonunu getiremediğini yazmasının sebebi budur. On yıllardır vaat edildiği halde dünyadaki sefaletin azaltılamamış olmasının sebebi de budur. Sistem, hırsızdır.

Her ne kadar bunlar da etken sebepler olsa da, ekonomiyi çökerten kötü kararlar, deregülasyon ve siyasi beceriksizlik değil, Amerikalıların çoğunluğunun ceplerinin boşaltılmış olmasıdır. Emlak balonu, ev fiyatları aşırı arttığı için değil, tüketicilerin cepleri, artık borçlarını ödeyemeyecek duruma gelecek kadar boşaltıldığı için patladı.

Amerika'nın en zengin yüzde yirmisinin fark etmediği şey, bu grubun süreci devam ettirebilmek için şimdi de kendi içine yöneleceğidir. Hatta, bu olmaya başladı bile. "Bu yılın başındaki resesyon, Amerikalıların şahsi servetini 2004 yılı seviyesine çekerken, evlerin değerlerinde ve yatırımlarda 1,3 trilyon dolarlık azalma oldu." Bu azalmanın çok küçük bir kısmı, alt gelir grubundaki Amerikalıların cebinden çıktı. Yani, açgözlülükten iyi niyet beklenmez. Piyasa sık sık manipüle edilir.

Sistem, Amerikalıları fakirleştirdi. Depolardaki su dolaşımı ince bir akıntıya dönüştü. İktisatçılarımız ise, suyun tekrar akmaya başlamasının tek yolunun, alttaki depoyu eşitleyeceğini umarak üstteki depoyu doldurmak olduğuna politikacıları ikna etti. Yağmur duasına çıksalar daha iyi.

Bu fakirleşmenin iki matematiksel göstergesi var. En önemli iki tanesi şunlar:

Birincisi, sistem, ayrıntıları cilalayarak düzeltilemez. En iyi durumda bile, ayrıntılarla uğraşmak tüketicilerin servetinin tamamen tükenmesini yavaşlatabilir. Sistem kâr odaklı olduğu sürece, verilenden daha fazlasının alınması gerekecektir. Tükenme hızı değişebilir, ama tükenme durdurulamaz. Bu sonuç, matematikteki çıkarma işlemi kadar kesindir. Ekonomiyi matematiksel modeller olarak öğrenmiş Amerika'daki ekonomi dehalarının bunu neden anlamadığı tam bir muamma. İstedikleri kadar cilalasınlar. Bazı cilaların gözle görülür faydaları olacaktır, bazılarının olmayacaktır. İki bin yıllık tarihte, bu sonucun aksini gösteren bir tek örnek bulunamaz. Refah, sömürüden elde edilemez.

Çok az kişinin fark ettiği bir başka gösterge de milli borçtur.

Bize, borucumuzu çocuklarımızın ve onların çocuklarının ödeyeceği söylenir hep. Ancak, Batı ticari sistemi kökten değişikliğe uğramazsa, çoğu Amerikalının çocuklarının ve torunlarının böyle bir yükü yüklenmesine gerek kalmayacak. Neden? Devletler bile boş cepten bir şey alamaz. Yani, eğer borçlar vergiler arttırılarak ödenecekse, milli servetin %93'ünü elinde tutan o %20'lik kesimin torunları bu borcu ödeyecek demektir. Bu insanlarınsa, tamamı değilse bile çoğu yatırımcı. Bush'un zenginlerden vergi kesintisi yapmasıyla ilgili tartışmaları düşününce, bunun gerçekleşmesi çok düşük bir ihtimal gibi geliyor.

Borçlar, daha fazla para basıp doların değerini düşürerek mi ödenecek? Pek çok kişi, hükümetin eninde sonunda bu seçeneği değerlendireceğini düşünüyor. Yaptığını düşünelim. Bu durumda, Amerika'daki aynı %20'lik kesim de dahil olmak üzere, dünyanın her yerinde dolar sahibi olan herkesin elindeki doların değeri düşecek demektir. Yine, en fazlasına sahip olan %20'lik kesim en fazla kaybedecektir.

Yatırımlarından topladıkları değeri düşmüş dolarlar, ellerindeki diğer değeri düşmüş dolarlara eklenirken, borcu ödemek için doların değerinin daha fazla düşmesi gerekecek, bu da, daha fazla servet kaybetmelerine yol açacaktır.

En sonunda, devlet borçlarını erteleyecek mi? Pek çok kişi bunun olası olmadığını düşünüyor; ama en iyi seçenek bu değil mi? Yatırımcılara para ödenmeyecek; ama diğer ekonomik sebepler yüzünden azalmadığı takdirde ellerindeki paranın değeri korunacaktır. Morgan Stanley bile, borç batağındaki zengin ülkelerin, tahvil sahiplerini kazıklamadığı takdirde borç krizinin son bulmayacağını söylüyor.

Yani, sakin olun Amerikalılar, çocuklarınız milli borcu ödeme yükü altına girmeyecek. Arkanıza yaslanıp, zenginlerin kıvranmasını seyredin.

Bazıları, borçlar ertelendiği takdirde ülkenin bir daha asla borçlanamayacağını söylüyor. Oysa borçlarını erteledikleri halde borçlanmayı sürdüren ülkeler var. Rusya, Arjantin ve Zimbabve sadece en son örnekler. Borç ertelemenin elbette ki çok vahim sonuçları var; ama diğer seçeneklerin de var. Milli servetin anca %7'sine sahip olan Amerikalıların %80'i için hayat daha ne kadar zor olabilir? Sonuçta, züğürt, daha züğürt, en züğürt diye bir züğürtlük derecelendirmesi yok.

Yatırımcılar borç vermeyi red mi edecek? Çok şüpheli. Zengin bir insan parayla dört şey yapabilir: Karşılıksız dağıtabilir, harcayabilir, yastığının altında saklayabilir, veya yatırım yapabilir. Tek seçenekler bunlar. Ne kadar uğraşsalar da hepsi harcanamaz; ve çok az kişinin parasını karşılıksız dağıtmak ya da saklamak gibi bir niyeti olabilir. Yani, zenginlerin çok da fazla bir seçeneği yok.

Son olarak, bu sömürücü sistemi yönlendiren gizli bir prensip bulunmaktadır: Bazı insanları fakirleştirmek pahasına bazı insanların zengin olmasında sakınca yoktur. Bu, tam da hırsızların yaptığı bir şey olsa da, bildiğim kadarıyla hiç kimse bu prensibin ahlaksızlık olduğuna dikkat çekmedi. İktisadi olarak kabul edilebilir olduğu takdirde, evrensel olarak da kabul ediliyor. Ama şu iki benzer prensibi düşünün: 1. Bazılarının sağlığını bozmak pahasına bazılarının daha sağlıklı olmasının sakıncası yoktur. 2. Bazılarının, cezasını başkalarına çektirerek işledikleri suçların sonuçlarından kaçınmasında sakınca yoktur. Hiç kimse, bu iki prensibin doğru olduğunu savunmayacaktır; oysa mantıken hepsi de aynıdır.

Bazıları, kâr olmadan ticari bir sistemin etkin olarak işlemeyeceğini savunmaktadır. Bu doğruysa, insanlığı korkunç bir gelecek bekliyor demektir. Bu, insanların Şeytan'ın gölgesinden yaratıldığını, On Emir'in, özellikle de sonuncusunun yalan olduğunu, Batı Medeniyetini tanımlayan bütün felsefe ve edebiyatın boş olduğunu, medeni ve barbar denen toplumlar arasında bir fark olmadığını, bütün devletlerin hukuksuz olduğunu, adalet ve doğruluk gibi kelimelerin anlamsız olduğunu, kanunların kanunsuz olduğunu, toplumun bir hiçliğe doğru parçalandığını ve hiçbir şeyin öneminin olmadığını gösterir. Ekonomini tımarhane olduğunu; Dünya'nın, Evren'in akıl hastanesi olduğunu, ve en delilerin başta olduğunu gösterir. Nasıl bir insan aklı böylesine bir iğrençliği savunmaya kalkabilir?

Batılı ticari sistem, satıcıların, tüketicileri sömürerek zengin olmasına dayanır. Devletler bu sistemi kurumsallaştırdığında uluslarını intihara sürüklemiş olmaktadırlar. Tarihi gözlemleyen zeki kişiler, Thomas Jefferson'ın söylediklerinin çok haklı olduğunu görebilmektedir: "Tüccarların memleketi yoktur." Evet, tüccarlar buna şiddetle karşı çıkacaktır. Dediklerine kulak asmayın. Sadece, yaptıklarına bakın.

Devletlerinden onları kayıran bir tutum ve hizmet beklerler ama karşılığında vergi vermemek için ellerinden gelen her şeyi yaparlar. Memleketleri iflasın eşiğine geldiğinde hiçbir endişe duymazlar. Memleketleri, savaş gibi bunalımlı bir dönemden geçerken, halktan fedakarlıkta bulunması istenir ama tüccarların kâr etmeye devam etmesine izin verilir. John. F. Kennedy "Ülkeniz sizin için ne yapabilir diye sormayın, siz ülkeniz için ne yapabilirsiniz diye sorun" derken şirketlerin Amerikası'ndan bahsetmiyordu. Bu yazıyı okuyan herhangi bir kimse Humvee'leri, robot askerleri, F16'ları yapanların bunları maliyetine vermeyi gerçekten düşüneceğini düşünüyor mu? Bu arada, çocuklarını iğrenç savaşlara göndermeleri istenen ailelerin katlandığı fedakarlık ne kadar da büyük?

Ülkesi için fedakarlık yapmak istemeyen tüccarların ülkesi yok demektir; hiçbir ülkeyi desteklemeyecek, hiçbir ülkeyi savunmayacaktır. Bu insanlara bir ülkenin kontrolü verilirse, bütün kanını emip vücut parçalarını en yüksek fiyatı verene satarlar. Tanınacak bir ceset bile kalmaz. Batı dünyasını tehdit eden terörizm değil, batı medeniyetinin ticaret sistemidir.

--------------
Çevirmenin Notu: Bu yazıyı çevirmek için harcadığım zamandan da anlaşılacağı üzere, yazarın fikirlerine genel olarak katılıp paylaşmaya değer bulsam bile, burada yazılanlar öncelikle yazarın kendi fikridir ve onu bağlar.

Yazarın, mevcut iktisadi sisteme getirdiği eleştiriye katılıyorum. Kâr mekanizmasının yanlışlığı konusunda onunla hemfikiriz. Ancak, kastettiği o olmasa bile üstü kapalı bir biçimde Batı medeniyetini diğer medeniyetlerin önüne koyduğu, ayrıca bütün tüccarları aynı kefeye koyup vatansız ilan ettiği noktada kendisiyle ayrışıyorum.

No comments:

Post a Comment