Tuesday, July 5, 2011

KAPİTALİZMİN SONU - Sosyal Sınırlar

Bu yazı, çevirisini daha önce yaptığım Kapitalizmin Sonu - Jeolojik Sınırlar adlı makalenin devamıdır. Asıl makale çok uzun olduğu için sadece bir bölümü çevrilmiştir. Çeviri ve kısaltma için yazar Alex Knight'tan izin alınmıştır.
\

SOSYAL SINIRLAR
Büyümenin sosyal sınırları, ekolojik sınırlarla birlikte işlev görür; ama farklı bir kaynaktan beslenir. Sosyal sınırlar derken, toplumların ve bütün olarak insanlığın, kapitalizmin genişlemesi karşısındaki yetersizliği ve isteksizliğini kast ediyoruz. Bu tanım, kapitalizme karşı gösterilen her türlü direnci kapsar.
İnsanların ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kalan kapitalizme karşı bir öfkenin oluştuğu açıkça görülmektedir. Ama şimdi daha derine inip soralım: Ekonomik krizde sosyal sınırların rolü nedir?

Bu açıklamayı biraz daha tarihsel bir bağlam içinde ele almak gerekebilir. Afrikalıların sömürgeci efendilerinden kurtulmasından ABD'de güneydeki ayrımcılığın son bulmasına; ABD'nin Vietnam'da yaptığı soykırıma karşı verilen mücadelen yükselen feminist, eşcinsel ve çevreci hareketlere kadar, 1960'lı yıllar ve 70'lerin başı kapitalist düzene karşı verilen protesto ve isyan dalgalarıyla geçmiştir. ABD, Avrupa ve Japonya'daki banker ve şirket yöneticilerinden meydana gelen bir hakim sınıf kuruluşu olan Üçlü Komisyon bu duruma "aşırı demokrasi" adını vermiştir. Bu "aşırı demokrasi"den (artan ekonomik durgunluk ve toplumsal hareketlerin müdahalesinin yanı sıra) kaçınmanın yollarından biri de, sınai üretimin, ücretlerin çok yüksek görüldüğü ABD gibi yerlerden ücretlerin en düşük olduğu Çin gibi yerlere kaydırılmasıydı.
Bu ucuz işçilik üretimde daha fazla kâra yol açtı. Ancak aynı zamanda, tüketimde de bir soruna yol açtı. Sendikalaşmamış sınai işler ülkeyi terk ettiği için ücretler düşmeye başladı. Bu gelir farkını telafi etmek ve tüketim artışını devam ettirmek için, 1970'li yıllardan itibaren, Amerikalı işçilerin kredi kartı, mortgage sistemi ve 401k gibi finansal dolandırıcılıklar aracılığıyla muazzam bir kredi havuzuna erişmesi sağlandı. Ucuz kredilerin bolluğu, ücretler düşerken bile ABD'nin hep daha fazla çerçöp tüketmesine yol açtı. Dünyanın Salı pazarı olmaya devam etti.

Bu arada Çin dünyanın fabrikası durumuna gelerek küresel pazara, özellikle de ABD'ye ucuz ürün pompalamaya başladı. Amerikalılar düşük fiyatlardan dolayı Wal-Mart'lara hücum ederken, Çin devletine de trilyonlarca dolar ABD doları aktı. Bugüne kadar, bu dolarları tekrar ABD hazine bonolarına yatırarak Amerikan ekonomisinin kendini sürdürmesini sağladılar. ABD'ye yatırım yapmamış olsalar, ticaretteki ana partnerleri ABD'nin her gün artan borçları yüzünden sakatlanmasına yol açarlardı.

ABD - Çin ilişkisi küresel ekonominin temelini oluşturdu. Biri, kendi işçilerini bitap düşene kadar sömürerek deli gibi üretim yapmak, diğeri ucuz kredi denizinde yelken açıp deliler gibi tüketmek suretiyle, iki canavar birbirini besledi. Dünyanın ekolojik dengesine verilen zarar gaddarcaydı; ama 1990'larda muazzam kârlar elde edilirken piyasalar büyüdü, ve tarihin sonunun geldiği iddia edildi. Kapitalizme karşı bütün muhalefetin yok olduğu gibi bir hava vardı.

Çin'de, tehlikeli ve zehirli fabrikalarda, karın tokluğuna günde 12 saatlik çalışma koşullarına son vermeye çalışan bir işçi hareketi oluşmaktadır. Komünist Parti'nin resmi sendikalarının dışında örgütlenen Çinli işçiler, ciddi grevler dizisi başlatarak fabrikaları kapattırmıştır. Hükümet, işçilerin maaş artış taleplerini kabul etmek zorunda kalmış, 1990 - 2005 yılları arasındaki ortalama maaş, yarısı 2000 - 2005 yılları arasında olmak üzere %300 artmıştı.
\

Çin ekonomisi büyümeye devam etse de, ücretlerin artması, Amerikalı, Japon, Avrupalı ya da nereli olursa olsun bu ülkede faaliyet gösteren şirketlerin kârının azalmasına sebep olmuştur. Ücretlerin artması aynı zamanda Çin'deki tüketimin artması, bu da daha az ucuz ihraç malı anlamına da gelir. Çinliler kendi ürettikleri araba ve elektronik eşyaları alabilecek seviyeye geldiğinde, Amerikalılar aynı düşük fiyatları talep edemeyecektir.

Dünya üzerindeki hangi ülkeye bakarsak bakalım, kapitalizme ellerinden gelen her şekilde direnmeye çalışan insanları görürüz. Tarla ve fabrikalarda, okul ve gecekondu mahallelerinde, evlerde ve hapishanelerde özgür olma aruzu yok edilemez; sadece, ertelenebilir veya yönü değiştirilebilir. İnsanoğlu kendi gücünün farkına varıp, kâr için değil kendi çıkarları için mücadele etmeye başladığında sistemin pamuk ipliğine bağlı dünya hakimiyeti bocalamaya başlayacak, ufukta yeni bir dünya belirecektir.

Ekonomik büyüme, bir yandan ekolojik sınırlar, diğer yandan sosyal sınırlarla giderek sıkışmaktadır. Sistem adeta artık nefes alamamaktadır. Ekolojik sınırları ve sosyal sınırları bir arada düşündüğüm zaman, kapitalizmin sonunu bir olasılık olarak değil, kaçınılmaz bir durum olarak görüyorum. Ne gezegen ne de dünya nüfusu bu sistemi daha fazla destekleyemeyecektir. Bir şeyler değişecek. Geriye baktığımızda paradigmanın değişmiş olduğunu ve artık kapitalist olmayan bir dünyada yaşadığımızı söylemek için halen on yılların geçmesi gerekiyor olabilir. Ancak, Kapitalizmin Sonu Teorisi, sınırların bu kadar yaygın ve kalıcı olduğu bir dünyada, ekonomik büyümeye dayalı bir sistemin daha ne kadar devam edebileceğini sormaya cesaret etmektedir.

No comments:

Post a Comment